• HOSGELDINIZ

    Bulundugunuz site, Burak Bardakci'nin sagdan soldan okuyup ilgisini ceken haberleri alinti yaptigi, dokumanlari, linkleri yayinladigi ve bazen de kendisinin yazdigi (daha dogrusu cabaladigi) yazilari iceren blog denemesidir.
  • Kategorıler

Hangi Marka Hangi Firsattan Dogdu?

Hiçbir başarı tesadüf değildir! Fırsatları görmesini bilenler için! Şafak Altun, İyi Fikir Her Zaman Kazandırır adlı kitabında “görenleri” anlatıyor.

Kuru Kahvede İnovasyon


Türk kahvesi, çiğ çekirdek olarak satılıyor ve evlerdeki kahve tavalarında kav rulduktan sonra, el değirmenlerinde çekilerek içilebiliyordu. Bu durum; Hasan Efendi’nin işlettiği baharat ve çiğ kahve satan dükkanın, oğlu Mehmet Efendi tarafından devralın masına kadar sürdü. Ancak Mehmet Efendi, 1871 yılında, çiğ kahveyi kavurup dibeklerde öğüterek satmaya başlayınca Osmanlı ekonomisinin ilk farklılık yaratan işlerinden biri doğmuş oldu. Bu yenilik ve müşterilerine sağladığı kolaylık sayesin de adını duyurdu ve “Kurukahveci Mehmet Efendi” adıyla anılmaya başladı. 

Çanakkale’de İlk Seramik


1950’lerin 2’inci yarısına kadar seramik kaplama malzeme lerinin tamamı ithal ediliyordu. Seramik konusuyla ilgilenmeye başlayan İbrahim Bodur, Çanakkale’de seramik üretimi başlatmaya karar vermişti. 1957’de Çanakkale Seramik Fabrikaları’nın temeli atıldı ve ertesi yıl, deneme üretimi ne başlandı. Bodur’un el attığı seramik “bakir” bir alandı. 1935’lerde hazırlanan 5 yıllık planda kurulması amaçlan mış olmakla birlikte, kimsenin el atmadığı bir sektördü. Bo­durların memleketi, seramiğin hammaddesinin en iyisine, ayrıca enerji için zengin linyit yataklarına sahipti. Peki, sizce Çanakkale Seramik’te işler bu kadar basit mi gerçekleşti? Topluluğun kurucusu İbrahim Bodur’un anlatımlarına göre, durum hiç de öyle olmamış: “Ben Çan’da fabrika kurmaya gittiğimde kimse inanmadı. Haklıydılar da; çünkü Çan, o za manlar binin altında nüfusu olan ufacık bir yerdi. Suyu bile yok tu. Hammadde vardı, enerji için temel kaynak kömür de vardı; ama elektrik yoktu. O dönemde senelerce dizel elektrik ürettik.” 

Simit Sarayı Cemal Kaya


Her ekonomik kriz ya da ola ğanüstü zamanlar, aynı zamanda yeni fikirlerin ortaya çıkışına zemin hazırlar. Geçmişi 500 yıl öncesine kadar dayanan Türk geleneksel lezzeti “simit”, sokaklardan “saray”lara, 2000’li yıllarda yaşadığımız krizler sonucu taşındı. Simit Cafe konsepti, ekonomik krizin en yoğun yaşandığı 2000’li yılların başlarında hayatımıza girdi. Özellikle kalabalık cad­delerde, sıklıkla göze çarpan simit kafelerin ilki olan Simit Dünyası, Ankara Kızılay’da açıldı. Zincirin sahibi, Cemal Kaya, bir sabah Kızılay Meydanı’nda yürürken, işe giden insanların simitçilerin önünde kuyruk oluşturduklarını gördükten sonra, bir arkadaşıyla birlikte ilk simit kafeyi Kızılay’da açtı. Ancak “Simit Cafe” konseptini geliştiren ve bu iş için bir fabrika kuran ilk zincir “Simit Sarayı” oldu. “Dünyanın en güzel simidi ve Türkiye’nin en güzel çayı” sloganıyla yola çıkan Simit Sarayı, ODTÜ mezunu Haluk Okutur ve Boğaziçi Üniversitesi mezunu Mehmet T arakçı adlı iki girişimci tarafından kuruldu. Müşteriler, büyük ilgi gösterdi ve yeni ürünler noktasında yö­neticileri yönlendirdi. Bir süre sonra peynirli, kaşarlı, sucuklu simitler geldi. Aslında şirket sahip­leri, yeni bir ürün icat etmemişlerdi. Çünkü simit her yerde yenilebilen, kolayca ulaşılabilen bir gıda türüydü. Onlar yalnızca simit felsefesinin farkına varmışlardı. “Nasıl üretildiğini bilmek, sıcak simit yemek, yanında iyi bir çay içmek, temiz ve rahat bir ortamda sohbet ederek bunları yapabiliyor olmak” felsefesi, kısa sürede gençleri Simit Sarayı’na taşıdı. Elbette, 1 YTL’ye simit ve çay ile karnını doyurmak ya da açlığını yatıştırmak, Türkiye gibi milli geliri düşük bir ülke vatandaşları için oldukça iyi bir girişim oldu. 

Bankacı Kasap


Küçükarmutlu, İstanbul’da kaçak gece konduları ve yıkımlar sırasında yaşanan meydan savaşlarıy­la zihinlerde yer etmiştir. Semtin karşı tepesinde bulunan Etiler, zengin semt sakinleri, pahalı dükkanları, lüks konut larıyla zengin bir yaşamı temsil eder. İşte böyle bir semtin göbeğinde, 5 yıldızlı otellere, ünlü restoranlara et satan, sosyetenin uğrak yeri adı “Dükkan” olan bir kasap var. Sa hibi ODTÜ’den işletme diplomalı, finans sektörü tecrübesi olan Emre Mermer. 1997’de banka kredisiyle 250 büyükbaş hayvan satın aldı. Önce internette araştırdı. Sonra kitaplar, ansiklopediler karıştırdı. Derken hayvan yemi ithal eden bir (Purina) şirketin yetkilileriyle tanıştı. Onlara da fikir sor du. “Burada öğrenemezsin. Seni 15 gün İngiltere, 15 gün de Hollanda’ya gönderelim. Oradaki çiftlikleri incele. Dönüşte yem leri bizden alırsın” dediler. Çok şaşırdı; ama hemen kabul etti ve yola çıktı. Sıra ürünü pazarlamaya gelmişti. Emre Mermer İstanbul’daki 5 yıldızlı oteller ve lüks restoranlarla görüştü. Birer, ikişer derken 1998’den bu yana İstanbul, Ankara ve Antalya’nın 5 yıldızlı otelleri ve en iyi lokantalarına süt danası satmaya başladı. Artan müşteri talepleri üzerine Emre Mermer, perakende satışa da yönelip “Dükkan’’ı açtı. Müşterilerinin üst gelir gruplarına hitap eden bir ürünü, ge cekondu mahallesinde satmasına çok şaşırdığını söylüyor. Ama aslında haklı bir gerekçesi var: “Kira maliyetlerini et fiyatına yansıtmak istemediğim için bu bölgeyi seçtim. Küçükarmutlu’dayız dediğimde kimse inanmıyordu. Hatta dudak büküyorlardı. Artık vitrininde poposuna renkli grapan kağıdı tıkış tırılmış kuzu, inek etlerinin sergilendiği kasapların devri kapandı. AB standartlarına uygun kasap dönemi geldi. Bu nedenle kasabın bulunduğu semt değil, standartları önemli.” 

Kaşmir İçin Çin’e Gidilir Mi?


Konuya ilişkin en canlı örneklerden biri de Ayşen Zamanpur’a aittir. Onun kendi markasını ya­ratma macerası, Türkiye’nin girişimcilik tarihi açısından bir çok dersi de içinde barındırır. Başarısının sırrı, giri şimciliğin asıl gücünde saklıdır. Saf kaşmir ve saf ipek ile bu iki elyafın birleşimi olan kaş ipekten oluşan koleksiyonlarıyla dar bir pazarda kendisine önemli bir yer edindi. Zamanpur, kaşmirin anavatanının Çin olduğunu öğrenmişti. Kaşmire olan büyük tutkusuyla, Çin’de bir yıl boyunca araştırmalar yaptı. Kaşmiri fabrikasından alıp, Türkiye’de satabilirdi. Ama o marka yaratmanın önemine inanıyordu ve 1992’de kendi markasını yaratma kararı aldı. Çin’in İç Moğolistan Bölgesi, Zamanpur’un aradığı özellikteki kaşmir yününü verebilen ke çilerin bulunduğu coğrafyaydı. Geçmişte bu keçileri oradan alıp, benzer doğal şartlar taşıyan yerlerde üretmeyi deneyen ler olmuştu. Ama asla aynı verimi alamamışlardı. O da bunun üzerine ‘Keçiler bana gelmiyorsa ben de onlara giderim” diyerek Moğolistan’da dünyanın en iyi kaşmir entegre tesislerinden olan bir tesisin kaşmir fabrikasına ortak oldu. Zamanpur’un bütün bu çabaları, bir marka oluşturma tutkusuyla birleşti ve işin içine bir diğer önemli ürün ipek de katıldı. İpeğin de ana vatanı Çin’di. Kaşmir ve ipeğin birleştirmenin iyi bir fikir olduğuna karar verdi ve ortaya “Silk Cashmere” markası çıktı. 

İhtiyaçlar Sıkışır Mı?


Her markanın amacı, tüketiciye bilmediği bir ürünü sunarak şaşırtmak ve talep yaratabilmektir. Boyner Holding, herkesin yaptığının tersini yaparak sıkıştırılmış bir ürün konsepti olan T-box ile tüketicileri şaşırttı. T-box projesinin temeli, 2003’de Boyner Holding bünyesinde finansmandan üretime, satıştan pazarlamaya kadar farklı alanlarda çalışan 20 kişilik bir ekibin Cem Boyner başkanlığında bir araya gelmesiyle atıldı. Bu toplantılarda ortaya çıkan sonuç, pazardan pay almak yerine “yeni bir pazar” yaratabilmek üzerine yoğunlaşmıştı. Boyner farklı bir şeyler yapmak istiyordu. T -box, herkesin bildiği temel ürünlerin sıkıştırılarak bu hayat tarzına uyar­lanması işiydi. 

Başlangıçta yalnızca tekstil alanındaki ürünlerle tüketicisinin karşısına çıkan T-box, bugün tekstil dışı alanlara uzanmış durumda. Çakmak, frizbi, şeker gibi sayısız yeni ürün var. Geleneksel satış kanallarının dışında tüketicinin yaşam alanlarına da giren T-box bugün, spor salonlarında, marketlerde, plajlarda, barlarda, otobüs terminallerinde karadakilere; “T-box on board” tekne satışları ile denizdekilere; otomatlarda havaalanla rındakilere ulaşıyor. T-box felsefesi bugün, tüketicisine temel ihtiyacını karşılayacağı bilinen tekstil ve tekstil dışı ürünleri, esprili bir dil ve para üstü ile paketleyerek pazarlamayı simgeliyor.